Kıbrıs Türkü Nasıl Kendi Ayakları Üzerinde Durabilir?

Düşünülen her tür ekonomik modelde: Federal Çözüm, Tayvan, Kosova, Cebelitarık ve benzerleri, Kıbrıs Türkü’nün kendi ayakları üzerinde durması şart.

Çok tekrar edilip herkesin kafasında farklı bir resim oluşturan ‘’Kendi Ayakları Üstünde Durmak’’ ne demek?

Mali boyutuyla söylenmek istenileni ekonomi bilimi çerçevesinde açıklayabiliriz. 1776 Yılında İskoç ekonomist Adam Smith’in temellerini attığı Ekonomi bilim dalının var olma sebebi budur. Bize düşen bu bilgileri KKTC’ye uyarlamak.

Ekonomik Bağımsızlık Özgürlük Getirir

Dünya tarihinin açık farkla en zengin ailesi Rothschild’lerdir. Sahip olduklar maddi güçle Napolyon’un sonunu getiren, Avrupa’nın tüm devletlerine hükmeden bir aile… İnsanlık tarihinde parayı en iyi kullanmasını bilen ailedir desek yeridir.

Rothschild ailesinin kurucusu Mayer Rothschild’in 200 sene önceki söylemi:

‘’ Bana bir ülkenin parasının kontrolünü verin, yasaları kimin yazdığı umrumda değil.’’

Parayı en iyi idare edenin gözlemi: Paranın kontrolü olmadan siyaset bir tiyatrodan ibaret.

Politika halkı oyalar ve eğlendirir. Ancak politika kendi başına ‘’Sonuç Odaklı’’ değildir. Sonucun ne olacağına parayı kontrol edenler karar verir.

Paranın kontrolü değişmeden politikacıların yeni düzen kuracağına inanmak en iyi ihtimalle saflıktır. İşte bu yüzden Kıbrıs Türkü kendi ayakları üzerinde nasıl duracak sorusunun yanıtı Ekonomik Bağımsızlık’tan geçmekte.

Ekonomik Bağımsızlık için yapılması gereken ilk iş Kıbrıs Türkü’nün parasını kimin kontrol ettiğini bulmak.

Eğer kontrol halkta değilse, halkı memnun edecek bir politik düzenin kurulması da mümkün değildir. Ali gitmiş Veli gelmiş bir fark olmayacaktır.

Devlet Ekonomisi

KKTC’de bizim Özel Sektör diye tanımladığımız kesim dünyanın geri kalanına göre Ticari İşletme dahi değil.

Ticari İşletmenin farkını anlamak için yanıbaşımızdan bir örnek.  Türkiye Bankaları Senelik 40 Milyon TL’den fazla satışı olan işletmeleri Ticari İşletme sınıfına koymakta. Eğer yıllık ciro bu tutarın altında ise KOBİ (Küçük ve Orta Boy İşletme) statüsüne tabi etmekte.

İngiltere’de ise yıllık satış rakamı 10 Milyon Sterlin ve üzeri şirketlerin bağımsız denetim raporuna ihtiyaçları var. Hem İngiltere’nin hem de Türkiye’nin çizgiyi nerede çektiğine dikkat edin… Her iki ülke de dünyanın en büyük 20 ekonomisi içerisinde.

Biz ada ülkesiyiz, bizde herşey bodur olur deyip sıyrılamazsınız. Eğer bu dünyanın bir parçasıysanız bu dünyanın kuralları ile hareket etmelisiniz.

KKTC’de kaç tane özele ait Ticari İşletme var? 10-15 ? En iyimser tahminle 20? Geriye kalanlara isterseniz Patron Şirketi adını verin isterseniz Esnaf… Bu durum KKTC’de özel sektörün ne kadar gelişmemiş olduğunun bir göstergesidir. Dolayısı ile paranın kontrolü de özel sektörde değildir.

Peki paranın kontrolü özel sektörde değilse kimde?

Parayı Devlet Kontrol Ediyorsa Devleti Kim Kontrol ediyor?

KKTC ekonomisini konuşmaya her başladığımızda dönüp dolaşıp geldiğimiz yer Devlet idaresi.

1983 Anayasa’sı bize öyle bir sistem emanet etti ki, belki o yıllar için doğruydu, modern çağın bütün gerçekleri ile ters.

Anayasamız Sağlık, Sosyal Konut, Eğitim ve diğer birçok Sosyal Devlet olanağını vaat etmekte…. Kulağa hoş gelse de İskandinav ülkeleri gibi başarılı bir Sosyal Devlet olabilmek Doğu Akdeniz’de politik sorunlu bir adada mümkün değil.

İskandinav ülkelerinde ne varsa KKTC’de o yok. İstikrarlı bir nüfus yapısı, siyasi düzen, devlet harcamalarında şeffaflık, hem eğitim hem de sağlıkta Özel Sektör ve Devlet rekabeti ve daha niceleri…

Sosyal Devletçilik oynamaya çalışan KKTC, hem kendi insanının ekonomik becerisi hem de Türkiye’nin devamlı ekonomik katkılarıyla bu oyunu normalden uzun bir süre oynadı.  Özellikle Türkiye’nin desteklerini aşağıdaki tablodan net bir şekilde görebilmekteyiz.

Yeni kurulan KKTC’nin büyük miktarda dış yardıma muhtaç olması anlaşılabilir. Yeni bir devlet beraberinde birçok altyapı yatırım harcamalarını da beraberinde getirmiştir. Ancak 1983’deki düzen günümüze kadar devam etmemeliydi.

İngiltere’nin Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) kararı doğrultusunda tarımsal ürünlerimize engel koymaya başladığı 1994 yılına kadar gayet iyimser bir KKTC tablosu mevcut. Dış yardımları gittikçe azalan ve kendine yetebilen.

Aynı dönem KKTC’nin kendi ayakları üzerinde durmaya en yakın olduğu zaman. Bu dönem yurtdışı ile ticaretin ne kadar önemli olduğunu bize hatırlatmakta.

1994-2000 Yılları arasında ise tam anlamıyla bütün birikimlerimiz tükettik. Bu dönemde KKTC Merkez Bankası’nın bilançosu incelendiğinde kaynaklarının çoğunun ‘’Sosyal Devlet’’i yaşatmaya gittiği görülmektedir. Merkez Bankası’nın yanlış kullanılması beraberinde 2000-2001 bankalar krizini yaşattı.

Yaşanan kriz 2000-2001 yılında KKTC’yi 1983’deki haline getirdi.

2001 sonrası dönemde ise Türkiye’nin Hibe ve Kredilerinin KKTC Devleti içerisindeki payı düzenli bir düşüş sergiledi. Tarihten hatırlanması gereken, Kemal Derviş ile başlayan Türkiye’nin sıkı mali politikasının doğum yılı da 2001 olmuştur.

Aynı dönemde Türkiye Cumhuriyeti’nin Kamu Borcu ekonomik büyüklüğe oranı %80’den %30’a geriledi.

Türkiye’nin yardımlarının bütçe içerisindeki payı azaldıkça KKTC Devleti’nin önüne iki seçenek belirdi.

Ya harcamaları kısıp  devletin ekonomi içindeki payını azaltacak, ya da vergi gelirlerini bir şekilde arttırıp harcamaya devam edecek.

Ortalama hükümet ömrü 1.5 sene olan bir ülkede Devletin harcamalarını kısması hayal bile edilemez. Zaten koltuktaki süre çok kısa… Onu da acı reçete uygulamaya kimsenin siyasi kredisi yok.

Doğal olarak KKTC Hükümetleri’nin tek çaresi daha fazla vergi toplamak oldu.

Vergi’de Süpriz Yok

Devletlerin harcamaları için halktan tahsil ettiği 2 tür vergi vardır: Dolaylı Vergi ve Dolaysız Vergi.

Dolaysız Vergi kişi yada kurumun gelirinden yada mal varlığından alınan vergidir.  Vergiyi gelire yada mala sahip olan öder. Gelir Vergisi bu tür vergiye örnektir.

Dolaylı Vergi ise Mal ve Hizmet el değişirken ödenen vergidir. Bu vergiyi hizmetin son kullanıcısı öder. Katma Değer Vergisi (KDV) de bunlardan biridir.

Gelişmiş ülkelerde Dolaysız Vergiler Dolaylı Vergilerin 1.5 katından fazladır. Daha geri kalmış ülkelerde ise bu oran Dolaylı vergiler lehine 1.5’tur. Yani tam ters bir tablo mevcuttur.

Aslında doğru yolda giden bir ekonominin zaman içerisinde KDV türü vergilerden uzaklaşıp Gelir Vergisine odaklanması şarttır. Bu yüzden Dolaylı/Dolaysız vergide %50-%50 önemli bir kırılma noktasıdır.

KKTC’nin vergi geliri geçmişinde ise ilginç bir tablo karşımıza çıkıyor.

Vergi gelirlerinin kırılma noktası diyebileceğimiz %50 hattını KKTC maliyesi 2001 yılından sonra hiç geçemedi. Burada 1994 yılının ve ardından hazırı tüketmenin ülkede bıraktığı tahribatı görmek mümkün.

İlginç olan diğer husus ise 2004 sonrası dönemde hükümetlerin ağırlıkla Dolaylı Vergileri çıkış yolu olarak görmeleridir. Biraz tarih incelendiğinde sebepler kolayca anlaşılmaktadır.

Emeklilere Gelir Vergisi uygulamasına verilen tepkiler hafızalarımızda. Getirilmek istenen bu vergi ile yapılan tahsilat dahi 7 yılın ardından emeklilerin çabaları ile iade edilmek zorunda kaldı.

Oysa diğer tarafta böyle bir sorun yok.

Dolaylı vergiler, adından anlaşılacağı üzere, dolaylı yapısından ötürü vatandaşın tepkisini daha az çekmekte. Herhangi özel bir grubu hedef almamakta. Vergiyi genele yaymakta.

Ayrıca, ülkede bulunan oy verme hakkı olmayan çalışma izinli, turist ve öğrencilerden de ilave vergi almanın önünü açmakta.

Ancak dolaylı vergide kurunun yanında yaş da yanıyor. Bu vergi düzeninde KKTC’nin olmayan özel sektörünün çalışanları ve Göç Yasası sonrası kamuya istihdam edilenler en büyük kaybedenler.

Devlet paranın kontrolünü elinde tutmak isterken alım gücü en düşük kesime yükleniyor.

 

Dolaylı Vergi’nin Doğrudan Sonucu: Hayat Pahalılığı

Dolaylı vergiler yukarıda bahsettiğimiz gibi yediğiniz, içtiğiniz, tükettiğiniz mal ve hizmetlerden alınan bir vergidir. Dolaylı vergi doğrudan toplumun tüm kesimleri için hayat pahalılığı yaratmaktadır.

Avrupa Birliği Bahar 2017 Eurobarometre anketine göre vatandaşın bir numaralı şikayeti hayat pahalılığı. Aynı raporda gazetelerin manşetlerinden düşmeyen Kıbrıs Sorunu ancak 5. sırada kendine yer bulmakta. Kuzey Kıbrıs’ta hayat pahalılığı ile mücadeleyi gündeme almaya geç bile kalınmış.

Devletin ufalması yada harcamalarını kısması mevcut siyasi düzende mümkün değil. Diğer taraftan doğrudan vergi toplumun hangi kesimini hedef alırsa alsın çok ciddi bir karşı tepki doğurmakta…

Dolaylı vergilerin hayatımızdan yakın bir gelecekte çıkmayacağını öngörmek zor değil.

Üzerinde durulması gereken dolaylı verginin nasıl doğru kullanılabileceğini irdelemek olmalı. Hükümet edenlerin yada hükümet etmeye heveslenenlerin daha detaylı değerlendirmesi gereken konu bu.

Doğru Vergi Politikası Ekonomik Bağımsızlık Getirir

Aslında biz zaten dolaylı vergileri bazı durumlarda doğru kullanıyoruz. Sigara, Alkol, Ateşli silahlar ve benzeri lüks/eğlence ürünlerine %20’lik bir KDV yüklüyoruz. Bu ürünler lükse kaçtığı hatta sağlığa zararlı olduğu için talep edilen vergi oranları çok da tepki toplamamakta.

KKTC’de bu listenin çok daha genişletilmesi ve nüfus yapısına uyarlanması şart. Yeni dolaylı vergi kalemleri için seçenek çok…

Basit bir çalışma ile toplum sağlığını destekleyici vergiler getirilebilir. Dünya Sağlık Örgütü’nün tavsiyesi doğrultusunda şekerli yiyeceklere ve içeceklere yeni vergiler gelirse bundan kim zarar görecek? Zaten toplu tüketilmeyen bu ürünlerin Güney Kıbrıs’tan kaçak yollarla ülkeye sokulması da, et örneğinin tersine, cazip bir kaçakcılık yolu oluşturmayacak.

Bir diğer alternatif ise süratle gelişen medya sektöründen olabilir. Milyon dolarlık arabalara binen futbolcular, bölüm başına yüz binler kazanan evlilik programı sunucularının kazandığı parada KKTC halkının da katkısı var. Bir şekliyle bu medya harcamalarına vergi uygulanabilir.  Yeter ki konu gündeme gelsin.

Dolaylı vergilerle Kıbrıs Türkü Parasını Kontrol Etmeli

Kıbrıs Türkü kendi ayakları üzerinde duracaksa KKTC devleti de gelirini ve giderini dengelemeli. Siyasi sebeplerle giderleri kısamıyoruz, doğrudan vergileri toplayamıyoruz…Alternatif üretmek şart. ..

Dolaylı vergiler zaten kullandığımız bir çözüm yöntemi. Ancak yanlış kullanıldığında en dar gelirliyi en derinden etkilemekte.

Kısa vadede elimizde olan, dünya normları ile uyumlu bir şekilde, dolaylı vergi uygulamaları geliştirmek. Ancak bu şekilde Kıbrıs Türkü parasının kontrolünü eline alacak ve kendi ayakları üzerinde durabilecek.

Birinci adımı yanlış atarsak uzun bir yol olan  ‘’Kendi Ayakları Üstünde Durma’’ hedefi hayal olacaktır.